Modern futbolda yaşanan değişimleri kendi ekollerine entegre etmeyi başaran ve yeni sistemler geliştiren ülkeler, uluslararası alanda yakaladıkları başarılarla futbolun bugününü şekillendiriyor. Bu ülkeler içinde İtalya, Brezilya, İngiltere, Arjantin, Hollanda, Fransa ve İspanya gibi devlerin yanısıra Belçika, Hırvatistan ve Danimarka gibi kaynaklarını verimli kullanıp zirveye oynamaya başlayanlar da mevcut.
Endüstriyelleşen futbol anlayışının içinde sıkışan ve başarıyı “sadece önündeki maçı kazanmak” olarak gören Türk futbol paydaşları ise yıllardır günü kurtaracak çözümlerle yol almaya çalışıyor. Yeni bir kültür yaratmayı başaramayan futbolumuz; istikrar ve uzun vadeli planlamadan uzak tercihleri ve artık neredeyse rastlantısal hale gelen yabancı kuralı ile hem milli takımlar hem de kulüp seviyelerinde sürekli geri gitmeye devam ediyor.
Oysa ki 1996’da ilk kez Avrupa Şampiyonası’na katılıp kazanılan tecrübe oyun stilimizin oluşmasında önemli rol oynamıştı. Ardından EURO 2000’de çeyrek final sevinci yaşadık. Daha sonra ‘Dünya Üçüncülüğü’ ile futbolumuzda bir devrime imza attık. EURO 2008’de ise finalin kapısından döndük.
Ancak 2008 sonrası ise işler hiç istediğimiz gibi gitmedi. EURO 2012’ye katılım sağlayamadık. Ardından kontenjan fazlası avantajı ile katıldığımız EURO 2016 ve EURO 2020’de kötü sonuçlar… Aralarda kaçan Dünya Kupası biletleri de cabası.
UEFA ULUSLAR LİGİ’NDE KÜME DÜŞTÜK!
Geriye doğru gidiş UEFA Uluslar Ligi’nde ise tam anlamıyla çöküşün yaşanmasına neden oldu. 2018’de B Ligi’nde İsveç ve Rusya ile aynı grupta yer alan Milliler, 4 maç sonunda topladığı 3 puanla grubu son sırada tamamladı. Yapılan format değişikliği nedeniyle de küme düşmekten kurtulduk. 2020’de B Ligi’nde Macaristan, Rusya ve Sırbistan grubunda yer alan Ay Yıldızlılar, 6 puanla sonuncu oldu ve bu sefer C Ligi’nin yolunu tuttu. Eğer son maçta Macaristan’ı yenebilseydik gruptan lider olarak çıkıp Dünya Kupası için play off oynama şansını da yakalayacaktık.
2022-23 sezonunda ise Türkiye, C Ligi’nde Lüksemburg, Litvanya ve Faroe Adaları’nın olduğu grupta yer aldı. Doğal olarak grubun favorisi olan Milliler, 13 puanla grubu lider tamamlayıp bir üst lige çıkmayı başardı. Fakat FIFA sıralamasında 93’üncü sırada olan Lüksemburg’a karşı kendi evimizde alınan beraberlik ve en son Faroe Adaları (Sıra 125) yenilgisi, yenilgiden de öte oyun olarak bu iki takıma sahada domine edilmek ‘Nerede hata yapıyoruz?’ sorularının yükselmesine neden oldu.
Peki, gelinen bu süreçte neden bir türlü başarıyı yakalayamıyoruz? Dünyaca tanınmış takımlarda oynayıp başarılı olan futbolcularımız neden aynı başarıyı Milli Takım’da gösteremiyor?
‘İSTİKRAR İKLİMİ YOK’
Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum Spor Yazarı Uğur Meleke, “Türk futbolunda istikrar iklimi ne yazık ki yok” dedi ve şu yorumda bulundu:
“Örneğin 2008 ve sonrası Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finali var. Ardından Galatasaray da çeyrek finali gördü ve Beşiktaş ise UEFA Avrupa Ligi’nde çeyrek finalde elendi. Avrupa’nın beş büyük liginde 25 kadar oyucumuz var. Özetle hem kulüp hem de oyuncu bazlı ilerlemeyi sürdürdük. Fakat Milli Takım’a bu başarı yansımıyor. Son dönemde alınan sonuçlar ve başarısızlık ikliminin temel sebebi de teknik direktör seçiminin başarısızlığı…”
‘FUTBOLUMUZ HAYATIMIZIN BİR YANSIMASI’
Spor Yazarı Uğur Vardan ise “Gel-gitli bir toplumsal yapıya paralel olarak futbolumuz, sürekli ileri geri dalgalanmakta ve ortalama bir yol çizememekte” dedi ve ekledi:
“‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ filminin o ünlü motto’sunu bir kez daha hatırlayalım; ‘Hayat fena halde futbola benzer’… Türkiye’deki siyasi kültür, eğitim, bireylerin meselelere bakışı, öfke kontrollerimiz, ekonomik durumumuz; hepsi ama hepsi aslında futbolumuz gibidir. Süreklilik arz etmez, uçlarda dolaşır, bazen çok başarılı oluruz, bazen dibi görürüz. Kurumsallaşma yoktur, sistem içinde her yeni gelen eskiyi reddeder, devamlılık ve ilkelere bağlılık gözlenmez… Futbolumuz da hayatımızın bir yansıması yani. 1954’ten sonra ilk kez 2002’de Dünya Kupası’na katılırız ve ‘Üçüncülük’ unvanıyla döneriz ama bir sonraki turnuvaya gitmek için Letonya engeline takılırız. Toparlarsak aslında gel-gitli bir toplumsal yapıya paralel olarak futbolumuz sürekli ileri geri dalgalanıyor. Doğru ve akılcı bir yol çizmeyi bir türlü başaramıyor. Pek de başaracak gibi durmuyor.”
‘KUNTZ’UN CV’Sİ MİLLİ TAKIM İÇİN YETERLİ DEĞİL’
2000’den beri Milli Takım’ı yedi farklı isim çalıştırdı. Fatih Terim, Şenol Güneş, Ersun Yanal, Abdullah Avcı, Guus Hıddınk, Mircea Lucescu ve Stefan Kuntz… Şu an Kuntz görevine devam ediyor olsa da alınan son Faroe Adaları yenilgisi sonrası görevi bırakması konusunda büyük bir kamuoyu baskısı var. Teknik direktör konusundaki istikrarsızlık Milli Takım’ı nasıl etkiliyor? Örneğin Kuntz yarın görevi bıraksa tüm sorunlar çözülecek mi?
“Kuntz giderse tüm sorunlar elbette tam anlamıyla çözüme kavuşmaz” diyen Uğur Meleke, öte yandan Kuntz’un teknik direktörlük CV’sinin bu seviyedeki bir milli takım için yeterli olmadığının altını çizdi:
“Resme geniş bakarsak son yıllarda başarısız bir Türk Milli Takımı tablosu ortaya çıkmış olsa da son 13 büyük turnuvanın altısına katılma başarısı gösterdik. Özellikle son iki Avrupa Şampiyonası’na üst üste gittik. Milli Takım için Avrupa’nın en iyi 24 takımından biri diyebiliriz hatta oyuncu değerlerine bakarsak belki en iyi 15 takımından biriyiz. Fakat şu an Stefan Kuntz’un teknik direktörlük CV’si bu seviyedeki bir milli takım için yeterli değil. Fenerbahçe Jorge Jesus’u getirebiliyorsa ya da daha önce Bilic, Lucescu ve Mancini ülkemize gelebiliyorsa yine bu seviyedeki birini Milli Takım’ın başına getirebiliriz. Örneğin şu an Marcelo Bielsa ve Rafael Benítez gibi isimler boşta…”
‘KUNTZ’UN GİTMESİ SORUNLARI ÖRTMEZ’
Uğur Vardan da “Kuntz’un gitmesi yeterince açık olan sorunların üzerine örtmez, kısa süreli hayaller ve çözüm yaratır” ifadelerini kullandı ve şu şekilde detaylandırdı:
— Zaten ‘Uluslar Ligi’ zorlama bir turnuvadır. Futbolun kapital bir meta olarak sistem tarafından yeni bir kullanım biçimidir. “Hazırlık maçı yapacağınıza bir turnuva olsun, arada az biraz gelir kaynağı elde edilir, klasik turnuvalara katılım için de yeni şans kapıları aralanır”ın sahadaki ifadesidir. Ayrıca bir tür ‘Green card’ için ‘Uluslar Ligi’ne mi ihtiyaç var? Özetle bu önemsiz turnuvayı ve grubunu ilk sırada bitirmesi son derece normal bir takımı bile tartışır hale getirdik.
— Son iki maçta hem sakatlar çoktu hem de zaten liderlik bir anlamda garantiydi ve ortada bir motivasyon yoktu. Faroe Adaları ise prestij için oynadı, İskandinav ruhundaki inatçı ve mücadeleci karakterleriyle de hedefsiz Türkiye’yi yendiler. Ayrıca bizim futbol tarihimiz böyle tökezlemelerle doludur. Önümüzdeki yeni turnuvalarda gerçek ölçüleri ortaya çıkar, olası başarısızlıkta zaten her zaman yaptığımız gibi faturaya keser, takımı yeni bir teknik direktöre teslim eder, iki-üç maç sonra ona da “Gitsin”, “İstifa etsin” deriz. Sözün özü Kuntz’un gitmesi yeterince açık olan sorunların üzerine örtmez, kısa süreli hayaller ve çözüm yaratır ama ortada olmayan bir sistemin açmazları, kim gelirse gelsin bir doğa kanunu gibi kendini hatırlatır ve tekrarlayıp gider…
SÜREKLİ DEĞİŞEN YABANCI KURALI FUTBOLUMUZU NASIL ETKİLİYOR?
Türk futbolunda her sezon bitmek bilmeyen bir yabancı kuralı sorunsalı hâkim… Filmi biraz geri sardığımızda 1995 öncesinde Türkiye liglerinde oynayan yabancı oyuncu sayıları katı sınırlamalar sebebiyle hayli düşüktü. ‘Bosman Kuralları’ sonrasında başlayan hareketlilik ülkemizde hem bu sayının artmasına hem de kısıtlama yöntemlerinin sıklıkla değişmesine neden oldu. Örneğin kural son 10 sezonda 10 kez değişime uğradı.
‘MİLLİ TAKIM KAYGIMIZ SUNİ, HERKESİN DERDİ TUTTUĞU TAKIMLAR’
“Sorun yabancı kuralı üzerinde sayısal olarak oynanarak çözümlenecek türden bir sorun değil” diyen Uğur Vardan, “Multi-kültürel bir dünyada futbol en iç içe geçmiş spor dallarından biridir. Mesele aldığın kadar dışarıya da futbolcu ihraç edebilme kapasitendedir” dedi ve şöyle devam etti:
— Bu alışverişi yakın yüzdelerle yaptığında zaten belli standartlarda, belki bir çizgiye sahip bir milli takımın ortaya çıkması neredeyse doğal bir biçimde gerçekleşebilir. Ama bizdeki günü, anı, şimdiki zamanı kurtarma çabası ve bütün bileşenleriyle (kulüp yönetimi, medya ve taraftar) sabırsız görünen futbol kültürü sayesinde yeni dalların yeşermesine, filizlenmesine, boy atmasına izin vermiyor. Hal böyle olunca da Avrupa’nın üst liglerinde miadını doldurmuş yıldızlar transfer edilerek durum kurtarılıyor. Oradan gelen yaşlı yıldızlarsa teknikleri, birikimleri, futbol bilgi ve görgüleriyle ‘mücadeleci ve fiziksel açıdan zorlu’ olduğu iddia edilen bu ligde çok rahat top oynayabiliyor.
— Öte yandan bütün mantalite kazanmak üzerine kurulduğu için de yerli oyuncuların bu sistemde tutunması zor; çünkü ilk hatada fatura onlara yüklüce çıkarılıyor, hemen takımdan gönderilmesi ve yerine yabancı oyuncu getirilmesi isteniyor. Milli Takım’a ilişkin kaygılar ise sadece maçların oynandığı dönem ve özellikle alınan kötü sonuçların ardından gündeme geliyor ama hemen ardından kaldığı yerden başlayan lig yarışı meseleleri unutturuyor; herkes tuttuğu takıma odaklanıyor. Yani aslında Milli Takım’a ilişkin dertler ve sızlanmalar bence suni; çünkü herkesin derdi kendi takımı ve takımının aldığı sonuçlar. Ayrıca Milli Takım için havuz belli ama kulüp takımlarında paranın satın aldığı mutluluklar ön planda. Formül de belli; beğenmediğin oyuncuyu yolla, yenisini getir ve böylelikle sorunları çözdüğünü düşün.
‘YENİ NESLİN FUTBOLCU MANTIĞINDA ‘AİDİYET’ ÖNEMLİ BİR KRİTER DEĞİL’
Türk futbolunun en büyük sorunlarından biri de yerli oyuncunun çok fazla yetişmiyor olması… Peki, neden yerli oyuncu yetiştirme konusunda çok gerideyiz?
Bu soruma Uğur Vardan, “Bu sistem yarını önemsemediği sürece yeni futbolcuları, genç yetenekleri yetiştiremez; ortaya çıkaramaz” cevabını verdi ve şu noktaların altını çizdi:
— Genç bir oyuncunun yetişmesi uzun süreli bir prodüksiyonun ifadesi. Bunun için sabır, güven, hoşgörü gerekiyor. Ayrıca şöyle bir durum da var; yeni neslin futbolcu mantığında ‘aidiyet’ o denli önemli bir kriter değil. Genç bir oyuncu, potansiyel yıldız ışığını üzerinde taşıdığını düşündüğü andan itibaren yurtdışına gidip orada oynamanın yollarına bakıyor. Bu durum sahadaki cesaret ve özgüven gibi hayatta da aynı vasıfları yansıtma gayreti içeriyor.
— Gencecik bir futbolcu, yurtdışına gidiyor, farklı takımlarda forma giyiyor, farklı kültürlerin süzgecinden geçiyor, farklı ülkeleri, şehirleri tanıyor; mükemmel bir serüven bu. Mesela Enes Ünal’ı bu açıdan çok takdir ediyorum… Toparlarsak bu sistem yarını önemsemediği sürece yeni futbolcuları, genç yetenekleri yetiştiremez; ortaya çıkaramaz. Ama dışarıdan bakan ve harekete geçen gözler bu işi üstlenir ve Zeki Çelik ya da Merih Demiral gibi isimleri alır, işler ve hazır hale getirir.
‘OYUNCU YETİŞTİRME KADAR TEKNİK ADAM YETİŞTİRME DE SIKINTILI’
Futbolcu yetiştirme kadar geliştirmede de sorunların olduğu gözle görülüyor. Örneğin Muhammed Demirci başta olmak üzere “star olacak” denilen pek çok futbolcu bekleneni veremedi. Bu noktada ‘Neden futbolcuları geliştiremiyoruz?’ sorusunun cevabı da oldukça önemli…
Bu konuda Uğur Meleke, baş aktörlerin teknik direktör olduğunu ve teknik adam yetiştirmede de sıkıntılar yaşadığımızı ama son dönemde bir dönüşüm olduğuna dikkat çekti:
— Şu an ligimizde 40-50 yaş arası yeni nesil, yabancı lisan bilen ve kendini geliştiren yerli teknik direktörlerimiz var. Bu sorunun teknik adam kalitesinin artmasıyla azalacağını düşünüyorum. Dünyanın her yerinde Muhammed Demirci gibi oyuncular var. Yani her oyuncu alt yaş grubunda parladığında üst yaş grubunda aynı seviyeye gelemeyebiliyor. Dele Alli 20 yaşındayken İngiltere’nin en büyük yeteneği olacağı düşünülüyordu, 26 yaşında Süper Lig’e geldi. Böyle örnekler çok fazla, o nedenle bu şekilde bakıp enseyi karartmamak lazım.
— Fakat bizde oyuncu yetiştirme ve geliştirme dışında Avrupa’da yetişmiş Türk oyuncuları Milli Takıma kazandıramama sorunu da var. Örneğin, Yusuf Demir ve Ercan Kara, Rapid Wien’de çıkış yaptıkları zaman A Milli Takım teklifini onlara yaptık mı, yapmadık mı hâlâ resmi bir açıklama yok. Ümit Milli Takım düzeyinde Yusuf’a gittik ama tercihini yapmıştı diyorlar, olabilir. Ferdi Kadıoğlu Hollanda, Salih Özcan ise Almanya Ümit Milli Takımlarını seçmişti ama sonra tercihleri Türkiye oldu. Bu durum bile ne kadar kötü bir yönetim olduğunu gösteriyor.
EURO 2024’E KATILABİLİR MİYİZ?
Bir-iki ay sonra Dünya Kupası başlayacak ve biz yine turnuvada yokuz. Milli Takım’ın konsantresi tamamen 2024 Avrupa Şampiyonası üzerine kurulu. Peki, 2024’teki turnuvaya katılabilme şansımız nedir?
“Avrupa Şampiyonaları 24’lü olduktan sonra artık bütün turnuvalara katılmamız lazım” diyen Uğur Meleke, “Arnavutluk, Kuzey Makedonya ve İrlanda’nın gittiği turnuvada her zaman olmamız lazım. Zaten 10 grupta ilk ikilerin hepsi bilet alacak. Bizim de her zaman ilk ikiye girecek seviyede olmamız gerekiyor. Euro 2016 ve 2020’ye gittik, 2024’e de gitmemiz gerekiyor. Kötü bir teknik direktörümüz olsa bile şu ortamda dahi gidemezsek bu büyük bir başarısızlık olur” ifadelerini kullandı.