Vakanüvis, 27 Mayıs darbesine basının etkisini anlattı

Darbeye “gel gel” yaptılar, gelince de alkışladılar

Vakanüvis

Bugün 27 Mayıs…

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde darbeler geleneğinin başladığı menhus günün, 27 Mayıs 1960’ın yıldönümü.

Siyasi kumpaslar, dış etkiler, kontra işler ve daha nice insafsız, hayasız vaka; hepsi, hepsi bu kara günün etrafında öbeklenmişti.

Basın ise 27 Mayıs’a gelinirken de, 27 Mayıs’ta da, 27 Mayıs’tan sonra da bu işlerin ya faili ya da yapanların yancısı durumundaydı. Biraz yakından bakalım…

Milletle barışık iktidar, birilerinin kimyasını bozmuştu

1946’da çok partili hayata geçilmesinin ardından, 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iş başına gelen Demokrat Parti, 27 yıllık CHP yönetimine son vermişti. Yeni iktidarın gerek özgürlükler gerekse maddi kalkınma alanındaki uygulamaları, bu siyasi kadronun kısa sürede milletin sevgisini kazanmasına yol açmıştı.

Halk, değerlerine, geleneklerine ve en önemlisi dinî vecibelerinin ifasına hürmetkâr davranan DP’li yöneticileri bağrına basmıştı. Bu bağlamda yeni ibadethaneler yapmak, bakımsızları onarmak, devlet radyosunda Kur’an-ı Kerim okutmak, hele hele de ezanın Türkçe okunuşuna son vermek gibi uygulamalar, ülkede bir huzur iklimi oluşturmuştu.

Ancak iktidarın ilk beş yılının ardından tek parti devrinde halkın sıkıntıları ramına kazanımları olan çevreler ile yeni idarenin giderek “Bağımsız Türkiye” hedefini merkeze alan yönetim tarzından rahatsız olan dış odaklar, DP yönetimini işbaşından uzaklaştırmanın hesaplarını yapmaya başlamıştı. Bunun için de kara propaganda, yalan haber ve çok sert eleştiri bağlamında basının büyük bir bölümü “kullanışlı aparat” olmuştu.

Irak’taki darbeyle Menderes’e gözdağı

Muhalif basını oluşturan Ulus, Vatan, Akşam, Milliyet, Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleri ile Kim ve Akis dergileri, DP iktidarının – yine destek olmayan ama nispeten tarafsız kaldıkları – ilk birkaç yılı hariç her fırsatta muhalif tutum takınmışlardı. 1956 ve 57 yıllarında hükümet idaresi veya toplumsal hayattaki kimi aksaklıkları büyüterek vermeye başlayan basının ağırlıklı kısmı, bir süre sonra “Böyle giderse…” türünden kurmaca haberler veya köşe yazılarıyla Demokrat Parti yönetimine karşı “darbe” imasına başlamıştı. Bu noktada üniversiteler, sendikalar, işçi, memur ve diğer çalışan kesimler de provokatif habercilik yöntemleriyle muhalif kesimi tahkim eden çevreler haline getirilmişti.

Bu sırada, 14 Temmuz 1958 tarihinde Irak’ta ordunun yönetime el koyması ve eski yönetimden Kral II. Faysal, Prens Abdülillah ve Başbakan Nuri es-Said’in idam edilişi, Türk basınına aradığı “ima” fırsatını sağlamıştı. Gazeteler, “Halkın isyanı işte böyle sonuçlara neden olur” yollu yayınlar yapıyordu. Başbakan Menderes, birkaç vesileyle Irak’taki darbenin halkın tepkisiyle değil dış odaklarca kurgulandığını belirtmişti.

İnönü’den “Büyük Taarruz” mitingleri

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ve daha pek çok isim ise bu olaydan ders alınması gerektiğini ifade etmişti. Bu tarihten sonra siyasi tansiyonu giderek arttıran CHP, 1959’un ilk baharında “Büyük Taarruz” adı verilen propaganda gezilerine başlamış, Genel Başkan İsmet İnönü, bazısının mahiyeti asla ortaya çıkartılamayan “olaylı geziler” gerçekleştirmişti. CHP çevreleri, en fazla da “irtica” yalanlarıyla hükümeti sıkıştırmaya çalışıyorlardı. İbadet hürriyetine dair en ufak bir gelişme bile CHP’li isimler ile basının büyük bölümünün abartılı tepkileriyle karşılanıyordu. Kendisine karşı yürütülen yıkıcı muhalefetin farkında olan Adnan Menderes ise DP milletvekillerine yaptığı bir konuşmada “Tek parti idaresinin baskıcı Matbuat Kanunu’nu bir tekme ile kaldırdık. Yarandık mı arkadaşlar? Her gün kalemi alıyorlar ellerine, bir Derviş Vahdeti edebiyatıyla, irtica edebiyatıyla bu memleketi baştan başa zehirliyorlar. Bunun sonu ne olacak? Cephaneliğin yanında mütemadiyen ateş oyunları yapmalarına ne zamana kadar müsaade edeceksiniz?”

Basın kanununda bazı değişikler yapan DP Hükümeti, basının peş peşe tekzipler yayınlamasını sağlayarak biraz nefes almaya çalışmıştı. Bu dönemde gazetelerde, “Bir CHP gazetesine alet olduk”, “18 Mart 1959 tarihli gazetemizde çıkan haber yalandır”, “İnönü’nün hesapları tamamıyla yanlıştır” gibi başlıklarla tekzipler yayınlanır olmuştu.

DP’yi destekleyen “besleme basın”, CHP’yi destekleyen “onurlu basın”dı

Özellikle CHP’nin yayın organı olan Ulus ve Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesinin iktidara karşı sergilediği çok sert muhalefet, bu yarışta geride kalmak istemeyen diğerlerini de etkiliyordu. Basının büyük bir bölümü, kerameti kendinden menkul bir tasnife yönelmişti.

Bu çevreler, DP iktidarını tenkit eden her basın organını “onurlu” saymış, tenkit etmeyenleri ise “besleme basın” olarak aşağılar olmuştu. Başlarda DP’yi destekleyen ancak darbe sonrası cuntacıların safında yer alan gazeteci Bedii Faik de yıllar sonra o dönemi değerlendirirken, “Cumhuriyet’in sahibi Nadir Nadi sertleşince diğerleri de sertleşti. Bunun sonucunda ‘Kim DP’yi tenkit ediyorsa o itibarlı basın, kim tenkit etmiyorsa besleme basın olur’ havasına girildi.” demişti.

Ağaoğlu: Basına “4. Kuvvet” denilmesi yıkıcılığından dolayı olabilir

Demokrat Parti’de milletvekilliği yapmış Samet Ağaoğlu, “Arkadaşım Menderes” isimli kitabında, DP dönemindeki basına dair görüşlerini de ifade etmişti. Ağaoğlu, “Demokrasilerde basın dördüncü kuvvettir” sözüne atıfta bulunup, DP iktidarı sırasında basının sergilediği tutuma işaret ederek, şu ifadeleri kullandı:

“Bu söz, basının toplumun fikirlerini, görüşlerini, sezişlerini, eğilimlerini belirten bir kanal olarak düşünüldüğü için mi; yoksa iftira, kirletme, yıkma vasıtası olarak görüldüğü için mi, araştırılmalı. Atatürk, ‘Basın hürriyetini yine basın hürriyeti sağlayacaktır’ dedi ama çok geçmeden de bu hürriyeti kısmaktan kendini alamadı. İsmet Paşa da 1950’ye kadar basının üstünde Demoklesin kılıcını eksik etmedi. Bunlara karşılık Menderes’in on yılında mahkûm olmuş gazetecilerin sayısına bakıldığında, bu dönemde mahkûm olan gazetecilerin hepsi, yapmış oldukları hakaret nedeniyle bu duruma maruz kalmışlardır. Basının dostu olmasına rağmen, dünyanın hiçbir demokrasisinde, hiçbir devlet ve siyaset adamı Menderes kadar haksız olarak gazetecilerin kurbanı olmamıştır. Oysa o dönemde Türkiye’nin en büyük gazetelerinden üçü (Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet), Menderes’in sahiplerine gösterdiği çeşitli kolaylıklarla kurulmuş ya da büyümüştü. Bunlardan birisinin oğlu (Nadir Nadi), babasının (Yunus Nadi) öldüğü gün Menderes’e telefon etmiş ve ‘Şimdiden sonra babamız sizsiniz beyefendi.’ diye ağlamıştır. Bu, tarihin gözünden kaçmayacak bir gerçektir. Basın, demokrasilerde ahlak prensipleri içinde çalıştığı zaman dördüncü kuvvet olabilir ama bu prensipten yoksun bir basın ise tahrip yolunda birinci kuvvet olur.”


Darbe olunca etekleri zil çalan bir basın

Nihayet darbe gerçekleştiğinde ise basının kahir ekseriyeti de darbeye giden süreçteki yayın politikalarını artık tamamen cuntacılara destek haline getirmişlerdi. 1939’da çıkmaya başlayan Vatan gazetesi, başyazar Ahmet Emin Yalman’ın önderliğinde yıkıcı bir yayın yaptıktan sonra 27 Mayıs darbesini sevinçle karşılamıştı. O dönem Vatan’da yazan Oktay Akbal, darbe sonrası yazılarının birine, ”27 Mayıs Bayramı kutlu olsun” başlığını atmıştı. Gazete, 29 Mayıs tarihli nüshasına ise “Kurtuluş hareketi nasıl başladı?” manşetini çekmişti. Aynı şekilde Hürriyet gazetesi de gerek birinci sayfadaki haberleriyle gerekse köşe yazılarıyla askerî darbeyi olumlu bir gelişme olarak vermişti. Kurucusu Yunus Nadi (CHP milletvekili) olan Cumhuriyet, başyazarlığını Necmettin Sadak’ın (CHP milletvekili) yürüttüğü Akşam da darbeyi alkışlarla karşılayan diğer yayın organlarıydı.

Milli Birlik Komitesi’nden basına teşekkür

27 Mayıs sonrası Türk basınının cuntacılarla yakın ilişkisi, yaptıklarını olumlamasının elbette bir arka planı da bulunuyordu.  Darbe sonrası birçok subay, DP iktidarının son yıllarında basının tenkit edici haber ve yorumlarının kendileri için teşvik edici bir etkisi olduğunu anlatmışlardı. Gerçekten de 27 Mayıs darbesine giden sürecin son basamağında basının çok önemli bir rolü olmuştu. 27 Mayıs sonrası Milli Birlik Komitesi üyelerinin hemen hepsi, verdikleri demeçlerde, bu eylem için esin ve fikirleri Türk basınından aldıklarını açıklamışlardı.

Cuntacılardan Orhan Erkanlı anılarında, “Bize ihtilali Akis dergisi yaptırdı. Akis’i okuya okuya biz darbeyi yapık. Esasında bize cesaret veren iki önemli faktör vardı. Bunlardan biri basın, diğeri de CHP ve İnönü’ydü.” diye yazmıştı.

Zaten Milli Birlik Komitesi de “tavrından dolayı basına müteşekkir olduklarını ve basını silahları olarak gördüklerini” ifade etmişti.

Akademisyen Gül Tuba Dağcı, ilerleyen yıllarda bazı isimlerle yaptığı soruşturmada, “Darbenin gerçekleşmesinde basının etkisi var mıydı?” sorusunu yönelttiğinde şu cevapları almıştı:

“Ahmet Gürsoy – DP milletvekili: ‘Basında komünistler vardı. Bunlar haber yoluyla DP’ye karşı saldırıya geçmişlerdi. Bu saldırmalar CHP işbirliğiyle yapılıyordu. Bütün bunlar memlekette bir bunalım oluşturmuş, darbede etkili güçler haline gelmişlerdir.’ Nilüfer Gürsoy – Bayar Celal Bayar’ın Kızı: ‘Kendi yayın organlarıyla devamlı menfi fikirler yayıyorlardı. CHP ve basın ortak bir çalışma içindeydi. Bilhassa Akis ve Ulus.’ Burhan Ulutan – DP Dönemi Hazine Genel Müdürü: ‘1954’den sonra başta Ulus olmak üzere basın sürekli DP aleyhinde rol oynadı’.”


– Yrd. Doç. Dr. Ebru Gençalp Çil, “27 Mayıs 1960 Darbesi ve Başındaki Yansımaları”, Uluslararası Darbe Sempozyumu, 26-27-28 Mayıs 2017

– Mehtap Şimşek, “27 Mayıs Darbesine Giden Süreçte Basın-İktidar İlişkisi”, Dicle Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, 2007

– Mehmet Korkud Aydın, “Basın Kaynaklarına Göre 27 Mayıs 1960’a Giden Süreçte Turan Emeksiz Olayı”, Uluslararası Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Aralık 2020

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir